Osmanoğulları - Son Osmanlılar

Bıçak Sırtı Dizisi ile hikayesi ekranlara taşınacak olan Osmanoğulları ailesi kimdir? Günümüzün en önemli Osmanlı Tarihçilerinden İlber Ortaylı'nın kaleminden...

Son Osmanlılar


Yakınçağ tarihimizin hâlâ tabu olan alanları var. Bunları çözümlememiz lazım. Bu doğrultuda "Şahbaba" ve "Son Osmanlılar" adlı kitapları yazan Murat Bardakçı'nın yaklaşımı dikkat çekicidir

Fax: (0312) 427 20 64

Serencebey'deki Kabasakal Mehmed Paşa Konağı'nda büyüdüm. Konak devletindi ama bana tahsis edilmişti. Çocukluğum bu konakta geçti. Bilmem, şimdi hâlâ duruyor mu?
Beşiktaş'tan Yıldız Sarayı'na çıkan yolun sonunda, küçük bir köy vardı. Her gün Serencebey'den inip bu köye giderdim. Küçük kızlar, yol üzerindeki bir çeşmeden kovalarla su alırlardı. Onlarla beraber evlerine su taşırdım. Benim kim olduğumu bilmezler, 'Ağabey, hadi şu kovayı da sen al' derlerdi. Yüklenir, evlerine götürürdüm."
Bu ibare Murat Bardakçı'nın 1985 Kasım'ında Osmanlı ailesinin en kıdemli azası yani hanedan reisi olan Mehmed Orhan Efendi ile yaptığı mülakattan alınmadır. Merhum Mehmed Orhan Osmanoğlu, Nice'teki Paulliani Pasajı'nda, fakir bir apartman dairesinde iki dolar emekli maaşı ile yaşıyormuş. Aslında yedi-sekiz lisan bilen, otomobil şoförlüğünden uçak pilotluğuna kadar marifetli olan Mehmed Orhan Efendi bir ara Brezilya'da teneke fabrikasında hamallık bile yapmıştı.
Sultan Abdülhamid'in torunuydu. Babası annesini küçük yaştayken boşamıştı. Daha saltanat zamanında Türkiye'deyken ve sonra yurtdışında sürgündeyken yaşadığı hayat hiç öyle bizim bildiğimiz veya tahayyül ettiğimiz parlak şehzade hayatına benzemiyordu.

Hayranlık uyardılar
Ama bir nokta var ki yeterince bilmiyoruz. İstisnalara rağmen Osmanlı şehzadesi öbür gençlerle birlikte iyi okullara gidiyor, çalışıyor, dil biliyor. Sıkıntılı sürgün yıllarında fakirlik çeken, bunalan, intihar eden oluyor ama ortalara düşüp yüz kızartıcı bir hayat ve kazanç yolunu seçen duyulmadı, görülmedi.
Osmanlıların karıştıkları tek siyasi maceranın; Abdülhamid'in oğlu Şehzade Abdülkerim Efendi ve torunu, sonraki hanedan reisi Mehmed Orhan'ın Japonlar tarafından Doğu Türkistan ve Türkistan tahtlarına oturtulmak istenmesi olduğu söylenebilir.
Abdülhamid'in oğlu Abid Efendi, Arnavutluk tahtını reddetmişti. İki genç ise nasıl olduysa buna razı edilmişler. Abdülkerim Efendi bu ihtiyatsızlığın bedelini hayatıyla ödedi. New York'taki bir otel odasında Japonların mı, ABD'lilerin mi yoksa Rusların mı tertiplediği belli olmayan, intihar süsü verilen bir suikast sonucunda naaşı bulundu. Konu üzerinde Boğaziçi Üniversitesi'nden ünlü Japonya uzmanımız Selçuk Esenbel'in bir araştırması var.
Mehmed Orhan Efendi ise amcasının feci akıbetini görünce soluğu limandaki bir gemide alıyor ve tayfa olarak izini kaybettiriyor.

Trajik bir hayat
Son padişahın tahtı bırakıp gitmesini tenkit eden hanedan üyeleri olduğu görülüyor. Bazı hanedan azası da Halife'nin kendilerine müzahir olmadığından şikayet ediyor fakat şurası bir gerçek; son padişah, Avrupa'da yaşadığı üç-dört yıllık sürgün hayatı boyunca ne yeni Türkiye'nin aleyhinde çalıştı ne de yüz kızartacak mali kaynaklar kullandı.
Hazine'den bir şey almadan gittiği için yokluk içinde öldü. Halife de hanedanının yaşamına kötü intiba uyandıracak hareketlerde bulunmalarına engel oldu. 1952'de hanedanın kadın üyeleri, 1974'te de erkek üyeler, umumi afla geri dönebildiler. Bizzat bugünkü hanedan reisi Osman Ertuğrul Efendi "Cumhuriyetin ilanı, Türk halkına ve devletine yararlı olmuştur" dedi.
Osmanlı saltanatı tarihin malıdır. Bugünkü cumhuriyetimiz Türklerin cumhuriyetidir ve İslam dünyasının en güçlü devletidir. Dünkü saltanat da Türklerin devletiydi ve İslam tarihinin hem de 15-17'inci asırlarda da Avrupa'nın güçlü devletiydi. Bu memlekette ne monarşist bir parti vardır ne de monarşiyi bekleyenler...
Murat Bardakçı "Şahbaba" başlığıyla son padişah VI. Mehmed Vahdeddin'in saltanat yıllarını ve sürgündeki trajik hayatını kaleme aldı. Bu hayat çok kolay ve tek renkli bir üslupla anlatılırdı. Mütareke yılları içindeki zorluklar ve hataların tufeyli bir Şark hükümdarı ve çevresinin havasıyla verilmesi sadece Türk halkını ve devlet ananesini küçültür. Tabii şiirimizdeki müstesna yeri tartışılamayacak Necip Fazıl Kısakürek'in "Vatan haini değil-büyük vatan dostu" başlığıyla tefrika ettiği VI. Mehmed Vahdeddin hikayesi de bir abartmadır. Son hükümdarı hiç gereği olmadan yüceltmek için herkese çamur atmaktadır.

Efsanelere gerek yok
Bu dengesiz tarih yazıcılık ortamında Murat Bardakçı fevkalade dengeli, zengin bir vesika ve ölçülü olarak kullanılan mülakat raporlarıyla "Şahbaba"yı yazdı. Bardakçı'nın, birçok gazetecideki önyargı ama asıl bu konudaki bilgisizce spekülasyon merakı yüzünden basınla ilgiyi kesen hanedan üyelerine yaklaşması başarıdır. Şark dilleri ve tarihi üzerindeki bilgisi, kullandığı lisan ve muhakemesi dolayısıyla hanedan üyelerinin itimadını, hatta yazar olarak saygılarını kazandı. Elde ettiği zengin vesika ve bilgileri edepsizce değil, saygılı bir biçimde kullandı.
"Son Osmanlılar" ilk çıkışında bu iyi niyet ve zengin yaklaşımına rağmen kaçınılmaz hatalar içeriyordu. Geçen sene Hürriyet Yayınları'ndan yeni bir versiyonu çıktı. Bu kitap genişleyerek yeniden basılacaktır. Ayrıca Talat Paşa ve Enver Paşa üzerine de benzer çalışmalar yapılacaktır.
Yakınçağ tarihimiz son 30 yıldır yeni bir metot ve soğukkanlı bir yaklaşımla ele alınıyor ama her köşesi değil; halen tabu olan alanlar var. Bunları çözümlememiz lazım. Murat Bardakçı'nın yaklaşımını zahmetli bir çalışmanın ve dikkatin sonucu yararlı bulduğumuzu söylemeliyiz.
Eski tarihimizi bilgisizlikten yazamıyoruz, yakın zamanları da önyargılarımız ve yarattığımız efsaneler yüzünden yeterince doğru biçimde kaleme alamıyoruz. Oysa Türklerin tarihinin her safhası menkıbeye ihtiyaç duyulmayacak kadar renkli ve anıtsaldır. Elverir ki bilgili ve soğukkanlı olarak yazılsın ve mütalaa edilsin.

0 Comments: